30 Ağustos 2010 Pazartesi

İnternette Neyi Paylaştığımızı Biliyormuyuz? (neonebu.com yazım)


Ağırlık Facebook’ta olmak üzere sosyal medyalar üzerinde dinmek bilmeyen çılgınca bir paylaşım rüzgarına maruz kalıyoruz hepimiz.Hepimiz derken aslında o rüzgarı kendimiz yaratmamıza rağmen kimimiz bu işi meltem serinliğinde kimimiz ise dinmeyen bir fırtına ritminde sürdürüyoruz.

Paylaşmayı,kelime anlamını aşarak tutku derecesinde bir hastalık boyutuna ulaştıranları farketmemek mümkün değil.Bu tarz bir hareketlilikte paylaşılan ürünün,nereye,kime gönderildiği konusunda çok seçici davranılmadan,kimin ne derece ilgilendiğine bakmadan,kişinin o anki heyecanı ne boyutta ise paylaşım ona göre bir sıklıkla gerçekleşiyor.

Ben bunu hafif alkol alındığındaki çakırkeyif bir ruh halinin paylaşılması isteğine benzetiyorum bazen. “Hadi şunu arayalım” huyluların coşkusunun sanal yansıması gibi bu paylaşım dürtüsü.Üstelik bunu yapmak için alkollü olmak gerekmiyor.Gün içinde,çalışırken, evde müzik dinlerken kişinin yalnızlığını biraz olsun almaya da yarıyor bu paylaşım.

Bu noktada bazen bir yalnızlık durumunun da yansıması olarak kendini gösterebiliyor.İşin bu kısımlarına çok giremeyeceğim çünkü konusunda uzman bir ruhbilim ve toplumbilimcinin tespitleri çok daha değer taşıyacaktır.

Paylaşma dürtüsünü uzmanlarına havale ettikten sonra paylaşılan ürünler konusunda görüşlerimi belirtmek istiyorum ki zaten bunlar için bilimsel uzmanlıktan çok deneyim ve gözlemin yeterli olacağının düşünüyorum.

Sosyal medyaya daldığımızda bilgisayarımızdaki “sık kullanılanlar” menüsü gibi favori bir listenin epey bir yaygınlıkla karşımıza çıktığını görürüz.Bu menünün içerdiği isimlerin yer aldığı materyaller herkesçe artık bilinen ama eskiden beri bilenlerde bıkkınlık,hayret ve kızgınlık tepkilerine neden olan gelişi güzel ürünler olabiliyor.Ürün diyorum çünkü doğruluğu ve içeriği kontrol dahi edilmeden sanal paylaşım piyasasına sürülen çoğu kitsch bu ürünler de aslında bakıldığında şeklen bir emek istiyor.

Biraz daha örneklendirerek anlatmam gerekirse;Can Yücel’in bir şiiri ya da sözü olduğu iddia edilen ve düşünülerek,duygular katılarak insanlara sunulan bu yazı, resim,grafik,boyama gibi tekniklerle şekillendirilip göz alıcı,gönül hoplatıcı hale getiriliyor.

“Madem bu kadar emek veriyorsun neden kendi imzanı atmıyorsun?” diye soruyor DEU Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatlarından Prof.Dr.Semih Çelenk..Sosyal medyada paylaşılan kimliksiz bir dolu yazı ve şiiri “Bunlar Can Yücel’e ait değil”diyerek belirlemiş.Aynı durumdan daha bir çok yazar,şair,felsefe ve bilim adamı da nasibini alıyor.Hayatında Can Yücel kitabı almamış kişiler deli gibi ona bile ait olmayan sözleri,şiirleri paylaşarak aslında şairlere ne büyük bir haksızlık ve bunları ulaştırdığı insanlara ne kötülük yaptıklarının farkında dahi değiller.Çünkü beslendikleri tek kaynak internet.. İnternet ise size her zaman doğruyu sunmuyor.Güvenilir kaynak tespit edebilme yeterliliğine ulaşmak için bile bir dönem kültürel altyapınızı kitaplarla beslemiş olmanız gerekiyor.Bu eksiklik içerisinde davrandığınızda bu suçtan geriye tek savunmanız “Ne bileyim hoşuma gitti,paylaştım” oluyor ancak.Üstelik bu hataya gazeteciler de düşebiliyor. Nazlı Ilıcak, Can Dündar’ın bir takım sözlerini Mevlana’nın imzasıyla (kendisine ulaştırıldığı şekliyle) köşesinde yayınlayabiliyor,Yılmaz Özdil,Can Yücel ile ilgili bir şiiri alıntılıyor fakat şiirin Can Yücel’e ait olmadığı söyleniyor.

Sadece kültürel ve sanatsal ürünlerde de değil,başka alanlarda da kendi asparasını üretip sürdürmeye devam ediyor sosyal medya.Mesela eski futbolcu Sergen’in aktif top oynadığı dönemde rakibi hakkında aslında hiç sarfetmediği bir söz,takımın o rakiple her karşılaştığında sanal ortamda gündeme gelerek yayılıyor ve neredeyse Sergen’i bile inandıracak çoğunlukta bir paylaşım alanı buluyor.İnsan Prof.Çelenk gibi gerçekten merak ediyor; “Madem bu denli yaratıcısınız,neden kendi isminizle ortaya çıkmıyorsunuz? Hepsi bir yana ben de şu soruyu ekliyorum;Siz kimsiniz?

Yukarıda da belirttiğim gibi yapılanlarda az da çok da olsa beyinsel ve kalemsel bir emek sarfediliyor.Bunun karşılığında paylaşan nickiyle bir popülerlik de sağlıyor ve bu haz ona yetiyor sanırım.3-4 yıl öncesinin popüler forum sitelerinin popüler nickli gizem adamlarının o dönem itibariyle kendi çevresince bir popülerliği vardı ve bunun keyfini çıkartıyorlardı bu gizemli adamlar belki. Ama şimdi dilediğin yazara,gazeteciye,sanatçıya,politikacıya,ünlüye ulaşıp derdini ulaştırabileceğin bir sosyal medya sisteminde nick ile yer almak çok çarpıcı işler çıkartmıyorsan ancak daha varoş sanal ortamlarda az çok devamlılığını sürdürebilir ki zaten nicklerin çarpıcılığı ve sıradanlığı da bunu belli ediyor.

Yakın dönemde siyasi bir çok doküman paylaşılıyor.Gündemin her daim sıcak ve değişken olduğu ülkemizde bu çok da doğal.Neticede gündem bile bu denli hızlı değişirken onu yansıtan bilgi belge,resim video vs..dökümanların en az 10 kat süratle paylaşılıyor olduğunu da fark ediyoruz.

Bu süratli paylaşım içerisinde içeriklerine ne kadar dikkat ediyoruz paylaştıklarımızın?

Örneğin hoşumuza giden ya da içeriğine katıldığımız bir videoyu paylaşırken bu videoyu kimin paylaştığına hiç göz atıyor musunuz? Belki de hayat boyu tasvip etmediğiniz tanıdık isimlerce ekleniyor.Amaç hem sempati yaratmak hem de abone kazanmak.Siz ise sadece “Ne bileyim hoşuma gitti” diyorsanız sonra “nereden çıktı ve nasıl büyüdü bunlar?” sorusunu sormaya hiç mi hiç hakkınız yok.Öküz altındaki buzağıyı bazen üşenmeden 1-2 tık ile aramak gerekir.

Yine son günlerde hayır’cıların ve evet’cilerin paylaştıkları videoların birbirinden ne kadar farklı olduğunu görebiliyoruz.Bugün hayır oyu vereceğim diyenlerin evetçilerin paylaştığı videolardan birisini paylaşacağını tahmin eder misiniz? Ben ederim.Geçen sene Sinan Çetin’in “Mutlu ol bu bir emirdir” videosunu sırf komik olduğu için paylaşıp bugün Sinan Çetin’in tercihine kızan onlarca yüzlerce hayırcı biliyorum.Onlar bugün pişman mıdır’ı geçtim acaba bu yazıyı okuyana kadar farkındalar mıdır? Burada Sinan Çetin’e bir tepki çekmek değil amacım.Aksine kim ise üretici fikrine ve sanatına saygı duyulması görüşündeyim.Ama “Mutlu ol bu bir emirdir” filmini paylaşırken filmin alt metninde yer alan Cumhuriyet Türkiye’sinin baskı unsurları mesajını göremiyorsanız videoya bugün gülersiniz,yarın kendi ölçütlerinizle ağlarsınız.Aynı şeyi, karşı olduğunuz politikacı miting alanında dillendirirken hain,ama aynı görüşteki sanatçı kısa film olarak paylaştığında komik geliyorsa sorun sizde,buzağıda da değil..

Siyasetten biraz uzaklaşalım.Kedilerin pervaneye takıp döndürledüğü ve benzer videoları “Ahahah çok iyi ya” şeklinde paylaşanlar,nasıl bir zulüm çarkının içine girdiğinizin farkında mısınız? Bir videoyla mı? Evet bir videoyla zaten gömmüş olduğunuz vicdanınızı hepten unutarak bunu başardınız.O canlının maruz kaldığı o eylem sonrasında boynunun, kemiklerinin kırılmış ya da tamamen ölmüş olma ihtimali aklınıza nedense pek gelmez.
“Dert ertme,kedi dokuz canlıdır” gibi bir garip bilgisi var milletimizin.Kedi sadece kolay ölmez,uzun süre can çekişir veya sakat kalır.Bu onun avantajı değil,dezavantajıdır ne yazık ki.

Bir başka aklıma gelen örnek ise Türkçenin kullanım biçimine,yani aslında bir ihanete yapılan katkılar.Birlikten,vatan,millet,bayrak sevgisinden bahseden bir çok resim,yazı,video dolaşıyor ortalarda.Ama bırakın de,da,ki vs.onları doğru ayırmayı,kelimeleri bile doğru düzgün yazılmamış yazılar,Türkçe olduğu zannedilen bir çok argo ve yabancı sözcükler..Bu şekilde hangi bayrağa layık olabiliyorsunuz ki? Slogan atarken yüzüne tükürük saçmak ne kadar ikna eder ki karşınızdakini?

Yabancı kelimeler demişken bir de tamamen yabancı kelimelerle yaşayarak özdeğerleri savunma çelişkisi göze çarpıyor sıklıkla. Örneğin bir önceki paylaşımında mağaza ve dükkan isimlerinin Türkçe olmasıyle ilgili bir yazıyı paylaşan duyarlı(!) bir arkadaşımız hemen altında bir araba veya performans gösterisi ile ilgili bir videoyu “Waaw! Wonderful!!” çığlığıyla paylaşabiliyor.Bu durumda 3 dk milliyetçi 5 dk Amerikalı olarak vermek istediğiniz mesajı çok veremezsiniz.Ya da zaten o mesajın en büyük çürütücüsü bu tavrınızla sizsinizdir.Eh vatan savunması sanalda da olsa dikkat ve disiplin isterJ

Şimdilik ilk akla gelen bu örnekler ve daha onlarcasını düşünürsek özetle sanal paylaşım, paylaşılanın içeriği ne olursa olsun,genelde ruhsal bir boşalımın ürünü.Sanat,edebiyat,siyaset, spor ve yaşamla ilgili bir çok konudaki altyapısızlık ve eksikliklerin bir tür örtülmesi belki de bu bilinçsiz paylaşım tutkusu.Böyle olunca da verilmek istenen mesaja,paylaşılmak istenen duyguya ve ürüne en büyük yanlış da bu şekilde yapılmış olunuyor.

Netice itibariyle sanal paylaşım bir çok kişinin reelde dürüstlükle veya cesurca ifade edemediği duygu ve düşüncelerin yansımasında işi kolaylaştırıyor.Bu tamamen böyledir demiyorum ama bu kadar hoyratça kullanabildiğimiz bir aracın sorumluluğunu da cesurca üstümüze alabilmeliyiz diye düşünüyorum.Bunun yolu da paylaştığımız şeylerin kendi özgün tavrımıza uygun olması.Ama bir özgünlüğe sahip değilsek bir dakika önce eveti bir dakika sonra hayırı paylaştığımızın farkına bile varmayan robotlara dönüşmüşüz demektir.


Tarkan Kaynar 29.08.2010 www.neonebu.com

http://twitter.com/tarkankaynar

1 yorum: