1 Şubat 2010 Pazartesi

ROMANTİZMİN HÜSRANI

Yıldırım Demirören’e senelerdir yöneltilen bu kadar eleştiriye rağmen 5.5 sene öncesine göre daha da büyük bir başarıyla sandıktan çıkmasına kimse şaşırmasın.Hele hele muhalif olup da ona kızarak,ne alakaysa Beşiktaş’a “kombine de almayacağım, maça da gitmeyeceğim” şeklinde 1-2 haftalık isyanlara bürünenler..Hiç inandırıcı ve mantıklı değilsiniz söyleyeyim..Öncelikle Beşiktaş’ın başkanını tebrik ederim.Kazanmıştır.

Gelelim “isyankar” tayfamıza..

Lig nasıl biterse bitsin,her sene olduğu gibi yaz ortası gelince gene paşa paşa kombineler alınacak, tüm “sıkıntılar” ve sözverilmiş tepkiler unutulup,yaz rehaveti ve futbola iki ay ara vermenin iç kudurtan özlemiyle “Beşiktaş aşkına” bahanesiyle hafızalar resetlenecek,bir kaç ay önceki serzenişler unutulacak,ağustos eylül tatlılığında gene stad şarkı türküyle beslenerek doldurulacak..

Elbette ki çözüm,bu ruhu bir kenara bırakıp takımı yalnız bırakmak,asosyal bir taraftar kimliğine geçmek değil.Aksine İnönü her zaman dolmalı,Beşiktaş asla yalnız bırakılmamalı. Ama sadece maçta değil! Hiçbir platformda ve özellikle senin önündeki 3 Seneyi belirleyecek kongrede de yalnız bırakmama bilinciyle hareket edersen işte o zaman sandık seçim sonuçlarından şikayet etme hakkın olur,işte o zaman söz hakkın olur.Çünkü stadyumların üstü açıktır.Bütün sloganlar 90 dk. içinde havaya uçar gider..

Muhalefetten sadece “yönetimin karşısına çıkan aday”ı anlayan anlayış kendini hiçe saymakta ve anarşist takılan görüntüsünün altındaki hüküm süren sürü hakimiyetini fark edememektedir. Herşeye karşı olmaktan ne anladığını çok açık şekilde ifade edebildikten sonra sisteme ve iktidara karşı durabilir bir muhalif.Yoksa sadece çakırkeyif bir romantiktir ki bu,zamanın başka bir yerinde,bu konuların tamamen dışında,beraber ağlayıp güleceğim,şarkı söyleyip nostalji edeceğim bir renkdaşımdır.Ama asla şikayet etmeye hakkı yoktur.Ya bu şekilde her şeye karşı sarhoş olacaktır,ya da her şeye karşı duracaktır.Artık bu seçimini yapmalıdır.Zaten olan bitenin çok farkında değildir.Bir duygu seline kaptırmıştır kendini.Kaldı ki ben bu duygusal paylaşımımı da Beşiktaş’a “bilinçle” sahip çıkan renkdaşlarımla yapmayı tercih ederim.

Seçime dönersek Demirören ile rakipleri arasındaki oy farkı 5.5 senede 162'den 1669'a çıktı! Bu bir istatistiktir ve endüstriyel futbolda ne yazık ki desibel rekorundan daha etkilidir.Her başarı alkışlanmalı ya da çoğunluk her zaman haklıdır demek doğru değil tabi ama düşündürmelidir.Ve eğer şüphe uyandıran durumlar olduğu varsayıldığında geneli %10 oranında dahi etkilemiyorsa bile sadece etik anlamda eleştirilebilir ve açığa çıkartılmalıdır.
Ha ben endüstriyel futbola karşıyım diyorsan şunu açıkça söyleyeyim; “Gerilla savaşı” Serdar Bilgili dönemi ile bitmiştir.Her sorunu sokaktan ve tribünden halledebiliriz yanılgısının sonucudur zaten bu.İktidar,demokrasiyi lehine çevirmekle kazanılıyor artık. Kamuoyunda alınan eleştiri sayısı bir adayın,bir partinin sandık sonucunu,bir filmin gişesini olumsuz etkilemiyor artık..asla belirleyici olmuyor.Hem de demokrasinin belirlediği ölçülerde gerçekleşiyor bu “şaşılası” başarılar.Yani sandıkta şu oyun bu oyun vs..geneli etkilemeye çok uzak durumlar olarak unutulup gidiyor. “Tribünde ne ses vardı be!” heyecanının takıma ve yönetime bir yansıması olmuyor.Medya ve taraftar arasındaki renkli bir paslaşmadan öteye geçen bir etkisi olmuyor ve sadece Youtube’da Facebook’da paylaşılıyor.Ki bunun adına reel değil sanal alem deniliyor.

Burada sonuçtan memnun olmayan Beşiktaş taraftarının hatayı kendisinde araması gerekiyor.Şarkı,türkü,desibel rekoru,maçı izletmeme adına zorla yapılan tribün uyumunun sadece “koreografik başarı”nın ötesinde Beşiktaş’a bir fayda sağlamadığı bilinmek zorunda.
Demokrasi mitinglerini baz alan muhalefet partisi sandık sonrası oy vermiş olan kendi halkını “yetersizlikle” suçlarken kendi özeleştirisinden hala ne kadar kaçmaktaysa,Beşiktaş taraftarının da 4506 oyun sahibini suçlamadan önce,eğer bu sonuçtan memnun değilse “nerede hata yapıyoruz” u kendisine sorması gerekiyor.

Kongrede oy hakkına sahip üyeleri dışlayarak,Beşiktaşlılık ayarı çekme hakkını kendinde görerek,çeşitli benzetmelerle üyeleri Beşiktaş’a yakıştırmamak,tribünde ayrımcılık yaparak taraftarı “sosyete”,”çekirdekçi” diyerek dışlamak sadece bir yanılgı ve Beşiktaş adına büyük bir yanlıştır.Kombine almayanı, maça gelmeyeni,tribünde bağırmayanı,ayağa kalkmayanı, marş ezberlemeyeni dışlamayla başlayan bu süreç Beşiktaşlılığı kendi hayali ölçüleri içerisinde yaşayarak aslında Beşiktaş’tan uzaklaşmaktır.Sadece 15 dakikalık bir devre arasında 20 dakika tuvalet sırasını neden beklediğini dahi sorgulamıyorsan bu senin fedakarlığından değil “çağdışı”lığındandır.

Görülüyor ki Beşiktaş’a daha realist anlamda yaklaşanlar neticeye de o denli yakın oluyor
“yenilsen de yensen de” şiarını her zaman ruhumuzda taşımalı ama yenilginin nedenlerini
aramaktan kaçmamalıyız.

…………

Bugün Beşiktaş’ta endüstriyel futbol adına bir dönüm noktasıdır.Sandıktan çıkan sonuç romantizmin hüsranıdır.Endüstriyel futbol,sadece forma satışı değil,akılcı siyasettir.Sadece saha ve tribün keyfi değil,senin sahip olduğunu denetleyen ve sorgulayan bilinçli muhalefettir.Ve bunların hiçbiri Asi Ruh olmaktan seni alıkoymaz.Sen kendini endüstriyel futbolun dışına koyuyorsan bu onun sorunu değildir.Senin de sorunun değilse Beşiktaş senin için sorun olmaktan çıkmalı,dördüncü paragrafıma dönerek romantizm treninde aynı rotada dolaşıp durmalısındır.

Önce resmini üstünde taşıdığın kartala bir bak..Karakartal dediğinin gagası beyaz olmaz. O Amerikan kartalıdır..Sen gagası da gözü de kara kartal ol!


TARKAN KAYNAR

01.Şubat.2010